19 Kasım 2011

Tava

Bir sabah uyansam, pijamalarımın üstüne kalın, kapşonlu, sanki beni bütün kötülüklerden, herkesten, her şeyden koruyacakmış gibi duran hırkamı geçirsem, ayağıma en kolay giyilen ayakkabılarımı taksam, kapıyı çekip yavaş yavaş, hiç acele etmeden, usul usul merdivenleri insem, apartmandan çıkıp sokağı geçip sessizce karşı apartmana girsem, yavaş yavaş, hiç acele etmeden, usul usul merdivenleri çıksam, en üstün bir alt katındaki, sokağa bakan dairenin kapısını çalsam ve karşıma çıkan kişiye desem ki: Altı yıldır mutfak pencerenizin yanında asılı duran tavayı artık ordan indirir misiniz, lütfen.

01 Kasım 2011

Yas

“Kimi insanları kaybettiğimizde veya bir mekândan ya da bir cemaatten yoksun kaldığımızda basitçe katlandığımız şeyin geçici olduğunu, yasın biteceğini ve önceki düzenin bir şekilde yeniden kurulacağını düşünebiliriz. Ama belki de, katlandığımız şeye katlandığımızda kim olduğumuza dair bir şey ortaya çıkar, başkalarıyla bağlarımızın hatlarını çizen, bizi oluşturanın o bağlar olduğunu bize gösteren, bizi meydana getiren bağları ya da ilişkileri bize gösteren bir şey. Burada bağımsızca varolan bir “ben” varmış da sonra basitçe oradaki “sen”i kaybetmiş değildir, özellikle de “sana” olan bağlılığım beni “ben” yapanın bir parçasıysa. Bu koşullarda seni kaybedersem, kaybımın yasını tutmanın yanı sıra kendime karşı anlaşılmaz oluveririm. Sensiz ben kimim? Bizi oluşturan bağların bazılarını kaybettiğimizde kim olduğumuzu ya da ne yapacağımızı bilemeyiz. Bir düzeyde “sen”i kaybettiğimi düşünürken beklenmedik bir şekilde “ben”im de kaybolduğumu keşfederim. Bir başka düzeyde, belki de “sende” kaybettiğim, hakkında halihazırda kelime dağarcığımda olmayan şey, münhasıran ne benden ne de senden oluşan, ama bu terimleri farklılaştıran ve ilişkilendiren bağ olarak kavranması gereken ilişkiselliktir. [...] Her büyük kayıp, her ağır pişmanlık, her derin yara bizi bedenlerimizin sınırlarını yeniden düşünmeye, bizi biz yapan kimliğimizi yeniden sorgulamaya zorluyor. Bu zorlu süreci aşmanın bir yolu, "yaralanabilir" olduğumuzu kabul etmek; kaybın, acının ve pişmanlığın yasını tutmak ve bu yası tutarken kabuk bağlayacak yaranın iziyle değişime uğramış yeni bir benliği, yeni bir kimliği taşımaya ve yeniden yaralanmaya ve tekrar değişmeye açık olmak. Oysa öyle korkuyoruz ki yaralanmaktan ve değişmekten, en ufak bir acıya katlanmak en ufak bir pişmanlığın sıkıntısını çekmek o kadar katlanılmaz geliyor ki, en kolayından geçmişte yaşananları örtbas etmenin, saklamanın, unutmanın yollarını arıyoruz. Saklı olan karşımıza her çıktığında ise öfkeden köpürüyoruz. Bir türlü kapanmasına izin verilmemiş, üzeri açık bırakılmış bir yaraya dokunulması o kadar çok acı veriyor ki, bu tehdit karşısında kontrolümüzü kaybediyoruz."
Judith Butler - Kırılgan Hayat