3 günlük "Ege'nin Serin Suları" adını verdiğim tatilcik çoktan sona erdi, ben döndüm kursa devam ettim, kah klimadan kah sıkıntıdan öldüğüm dersler oldu ama bir hafta daha bitti.
Bu yazıcıkta sizlere biraz tatilden bahsedeceğim. Kamil Koç'un garajlarında Eren isimli psikolojisi bozuk asker arkadaş tarafından esir alınmamla başladı tatil. Banklarda oturup otobüsümün gelmesini bekliyordum ki yanımdaki adam (Eren) kendi kendine konuşmaya gülmeye filan başladı. Gayri ihtiyari yüzüne baktım (bu psikolojik deli nasıl bir surata sahip diye merak ettim sanırım) anında öldürücü darbeyi vurdu. "Merhaba" dedi. "Sıçtık" dedim (içimden). "Merhaba" dedim (dışımdan). "Yolculuk nereye?" diye devam etti. Böyle standartlara uygun bir şekilde başlayan sohbet nasıl oldu da bir anda benim Altınoluk'a onun otobüsüyle gitmemi teklif etmesi noktasına geldi bilmiyorum. Nasıl geldi bilmiyorum ama tam da o noktada (çok şükür ki) otobüsüm geldi.Terli elini uzattı, lanet olası medeniliğin gerektirdiği şekilde ben de uzattım ve el sıkıştık. O sırada telefon numaramı istedi "görüşürüz belki" dedi. "Gerek yok" dedim ama neye gerek olmadığı konusunun ucunu açık bıraktım. Kendisine benim hayatımda hiç gerek olmadığını anlar belki diye..
8 saatlik Altınoluk yolculuğundan sonra Nırlamla kavuştuk. Tatilcik sadece 2,5 gün olduğundan herşeyi çabuk çabuk yapmaya çalıştık. Bir günü de Assos'a ayırdık. Assos tarihi bir mekan. Her yer taş evlerden ve tabii taş otellerden oluşuyor. Hatta bir de tarihi taş iskele var. Ciddi anlamda her şey taştan yani. Tarihi nekropolün bulunduğu tepeye çıkarkenki yolda sağlı sollu kurulmuş tezgahlarda teyzeler amcalar taptaze dağ kekiği ve kendi yaptıkları 0.5 dizenlik zeytinyağlarını satıyorlar.
Assos'un denizi muazzam güzellikte. Tertemiz ve çok berrak. Üstelik serinliği mükemmel, tam kıvamında. Taş oteller önlerine birer iskele kurmuşlar,tatilciler de iskelelerin üzerlerindeki minderlere kurulmuş sessiz sakin güneşleniyorlar..
Biz de Nurla'yla aralarında yerlerimizi aldık. Biralarımızı yudumlayıp zevkten ölerek denize girip güneşlendik. Tabii bu arada meşhur Assos dondurmasından yemeyi de ihmal etmedik. İnce bir waffle tabakasını soğutup sertleştirip içine sarelle sürüp üstüne de dondurma koyuluyor ve üstü yine bir waffle tabakasıyla daha kapatılıyor. -Daha rahat tasavvur edebilin diye fotoğraf ekliyorum hemen buraya- Yemesi biraz meşakkatli ama değer! Saatler ilerledikçe sabahki heyecanımız yerini sıkkınlığa, bıkkınlığa, "Assos da güzel ama sıkıcı beee"lere, "Yok yok buraya böle kalabalık arkadaş grubunla gelicen başka türlü olmaz"lara bıraktı. Ama yine de güzel bir gezi oldu..
Tatilcik bitip de İstanbul'a dönerken beni 11 saatlik bir yolculuğun beklediğinden habersiz bindim otobüse. Saatler ilerleyip de ben hala İstanbul il sınırı tabelasını dahi göremedikçe adeta bir sinir harbi yaşadım kendi içimde. Ve ne olursa olsun pazar akşamı İstanbul'a giriş yapmaya çalışmamam gerektiğini öğrendim. (Benim için gerçekten çok öğretici bir gezi oldu!). Ve yine -zor da olsa- yapış yapış İstanbul'a geri döndüm.. Bu Milliyet tatil ekinden fırlamışa benzeyen yazıyı da burada noktalıyor ve yazma sürecim boyunca flash oyunlardan uzak kalan sevgilim Serhat Arslan'a özel teşekkürlerimi sunuyorum..
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder