28 Ekim 2010

Casper: The Friendly Umbrella

Yeni ayarladığım alarm melodimle uyanıyorum bu sabah. Friends’in jenerik müziğinden daha fazla nefret etmek istemediğim için, değiştirdim alarm zilimi. Yağmur geceden beri hız kesmemiş, aynen devam. Moralim bi bozuluyor, çaktırmıyorum, bugün perşembe, baskı günü, koşturmacayla geçicek, saçmasapan şeyleri düşünmeye fırsatım olmicak, hem haftasonuna da az kaldı. Giyinip çıkıyorum evden, saat sabahın körü. (10’a geliyor, ama bence yeterince kör) Kadın olduğunu düşündüğüm kısa boylu biri, biraz önümde, bütün ahesteliğini takınmış yürüyor. Kadın mı erkek mi göremiyorum çünkü boyu çok küçük ve şemsiyesi çok büyük. Uzaktan ayakları olan bir şemsiye gibi görünüyor. Ayaklı şemsiye, yokuşun başına yaklaşmış bense dibindeyim, ama az sonra ona yetişicem ve dar kaldırımı yavaş yavaş yürüyüp beni de darladığı için sinirim tepeme çıkıcak. Avrupai bir insan olduğumdan yoldan da yürüyemem, ne yapacağımı bilmiyorum. Neyse, yetişene kadar daha önemli bir sorunum var: vücudumun bütün boşluklarından nefes alma denemeleri yaparak, yokuşu tırmanmaya çalışıyorum. Bakalım ağız hariç nerelerden nefes alınabiliyormuş? Saate bakıyorum, servise geç kalmak üzereyim ve servisi kaçırmam halinde, önümüzdeki iki saatte Güneşli'ye gitmeye çalışırken çekeceğim çileler gözümün önünden bir bir geçiyor: Servisi saniyelerle kaçırıyorum, bir süre yağmurda perişan şekilde ve tabii ki ağlayarak (ayrıca rimellerim de akmış) arkasından koşuyorum ama durmuyor, dizlerimin üstünde yere çöküyorum, o sırada yanımdan geçen bir taksi bana kocaman bi su dalgası fışkırtıyor, ve perde! Bunları düşündükten sonra resmen turboluyorum. Yürüyen şemsiyeye yetişiyorum, hızında hala bir artış yok. Kafamda bu sefer, şöyle bir sahne beliriyor: Kadını omuzlarından tutup, "madem acelen yok niye sabahın köründe yollara düştün be kadın?" diye höykürerek sarsıyorum. Sonra tek elimle havaya kaldırıp yola savuruyorum, yanından geçen bir taksi ona kocaman bi su dalgası fışkırtıyor. Gerçek dünyaya dönüyorum, kadına iyice yanaşıp “pardon!” diyorum sinirli sinirli. Ama uyandığımdan beri ağzımdan çıkan ilk kelime olduğundan ve ses tellerim buna hazırlıksız yakalandığından sesimin akortsuzluğu kadını korkutuyor. “Ayy, korktum!” diyor. Normalde insanlara sesimi duyuramayan bi insan olduğumdan bu gereksiz gür ses, o an sinirlerimi hafiften bi gevşetiyor. Gülmeye başlıyorum, yetmiyor, kahkaha atıyorum, kadın korkup bir adım geri çekiliyor ama yani, öyle bir gülmek. Neyse yokuşun son adımları artık, elimde şemsiyem, (adı Casper, çünkü benim için 5 yaşımdan beri saydam olan her şey Casper ve şemsiyem de şu 3 TL’lik saydamlardan) rüzgar deli gibi eserken, düzlüğe (Taksim meydanı) adımımı atar atmaz Casper’ım demirlerinden sıyrılıp yukarı doğru fırlıyor. Ama böle şey gibi hani çizgi filmlerde biri ölür de ruhu yukarı doğru havalanır ya, aynen öyle. Ondan biraz daha hızlı ve korkunç şekilde hatta. Kafamı kaldırıp Casper’ın peşinden bakıyorum, hala yükseliyor. İnanılmaz korkutucu bir sahne ama komik de. Yine gülmeye başlıyorum. Etrafa bakıyorum, biri görmüş olsun da birlikte gülelim diye. (Mutluluk paylaştıkça büyür kafası) Yok, herkes kafasını eğmiş, yolunda gidiyor. Bakıyorum bu arada ben de elimde kalan Casper’ın iskeletiyle karşıdan karşıya geçmeye çalışıyorum. Şemsiye hala açık yani, ucu sağa sola giden demirler var elimde. Tekrar gülmeye başlıyorum. Ay ne çok güldüm sabah sabah, hiç de adetim değil diyorum kendi kendime. Kapatıyorum iskeletoru. Bi süre elimde taşıyorum, servis yolunu şöyle bir tarıyorum, Casper’ı gömücek bir yer arıyorum ama yol üstünde uygun bir yer yok. Kaldırım kenarındaki diğer ölü şemsiyelerin yanına bırakıyorum.
Hoşçakal Casper.

3 yorum:

Götebörg dedi ki...

şuku

Adsız dedi ki...

Paylaştıklarınız harika. Casper servisi olarak çalışmalarınızda başarılar dileriz.

Adsız dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.