Geçen gün bir haber aldım ve resmen yıkıldım! Kaşçım, yani kaşımı alan insan, ki ben Demet diyorum kendisine kaşçı felan demiyorum aslında, çünkü adı Demet, neyse; kuaförle yollarını ayırmış! Menejerine de "bana klüp bul!" dediği öğrenilmiş. Hehe, yok lan yok, öle ayrılmış gitmiş işte..
"Eee?" dediğinizi duyar gibiyim ama demeyin bak! Bir kadının hayatında kaşçı çok bacayip bi öneme sahip bence. Bu arada az önce acayip yerine bacayip yazdım ama bilerek silmedim, tınısı çok hoşuma gitti kelimenin. Tını. Uuu.
Çünkü kaş, kadının surat ifadesini değiştirebiliyo gayet bence. Yani çok şapşal bi ifadeye sahip bi kadın güzel bi kaş modeliyle en azından normal bi ifadeye sahip olabiliyo. Bunun dışında, kaş bizim ev ahalisi olarak çok problemli olduğumuz bir konu. Özellikle bir Çağla'mız var ki kendisine kaşlarını almaya başladığından beri -yaklaşık bi 10 yıldır- hiç bir kaşçıyı ve kaş modelini beğendiremedik henüz. Ben de ondan geri kalmıyorum gerçi, her kaş alımı sonrası, "ay şurdan fazla girdi", "vay burayı niye bu kadar kesti" şeklinde serzenişlerimi hiç eksik etmiyorum. Ama olay her seferinde kaşlarımın alınmadan önceki halini gözümün önüne getirip "neyse ya iyi böle iyi" deyip sakinleşmemle tatlıya bağlanıyor.
Kaş aslında gereksiz yere büyütülen bir konu, çünkü -kendi adıma konuşuyorum- bir haftada eskisinden de gür bir şekilde bitbitbit çıkıyolar hemen meydane. Gerçi bi de 'kaşın küsmesi' tabir edilen olay var. O da anlayabileceğiniz bir çeviriyle; kaşın istenilen modeli elde etmek için en lazım olan kısımlarının çıkmaması demek oluyor. Bu duruma çözüm olarak kuaförlerimizdeki kaş uzmanları "ı ıh burdaki kaşlar küsmüş, çıkmaz bunlar, ama sen naap biliyo musun, her gece yatmadan buraya böööle sarımsak sür" şeklinde son derece bilimsel çözümler öneriyor. Ama biz onları dinliyor muyuz? Tabi ki hayır! Peki kaşlar çıkıyor mu o lazım olan yerlerde, ona da hayır! Olsun.
Eveeet, kaş meselesini elimden geldiğince uzattım, sizlere "hayamınakoyim ne kaşmış yaa" dedirttirebildiysem ne mutlu bana efendim..
Bir de saç mevzuu var tabii. Asla ve katâ istenilen modeli kesmeyen kuaförlerle dolu memleket. Özellikle ergenlik yılları kuaförden eve yaşlı gözlerle dönüş sahnelerinin çok yoğun yaşandığı bir dönemdi benim için, ama şimdi hem biraz daha büyüdüm-öeeh küçülüp de kimin cebine girsem acaba, biraz dediğim işte bi 10 yıl geçti o günlerin üstünden- hem de sanki daha profeşınıl kuaförlerle haşır neşir oluyorum gibi. Samsun'daki Sebahat teyzemin hakkını yemek istemem tabii, buradan kendisine öpücükler gönderiyorum, ama Baby Face kuafördeki Cem'den daha bi memnunum açıkçası. Perçem kestirince Gönül Yazar'a benzemiyorum en azından burda!
Kuaförler arası farklılıklar mevcut tabii ama değişmeyen bir şey varsa o da, hepsinin bir öncekine "hımm kim almışsa bu kaşını benden önce, hep kırmış" şeklinde bok atması ve kuaför ortamında peydah olan 'kadın egosu'dur.
Bu 'kaşı kırmak' meselesi ezelden beri mevcut ve artık beni fena halde sıkmaya başladı. Ulan biriniz de bi yenilik getirin olaya, mesleğe bi katkınız olsun be! Bazen Facebookta 'Kuaförünün "bu kaşı kim aldıysa hep kırmış" demesini istemeyen 1 milyon kişi bulabilirim (~*arkadaş listeni davet etmeyeceksen katılma*~)' diye grup açasım gelmiyor değil hani..
Kadın egosu meselesiyse çok daha derin bi konu. Bence ilgili bölümler tez olarak filan bile ele alabilir bu konuyu. Dediğim gibi memleketin her köşesinde kuaför muhabbeti denen şey aynı. Zaten kuaför salonları da hep aynı. Hatta kuaförler de hep birbirine benzer şeklindeki iddiamla ortalığı iyice coşturmak istiyorum şu an. Bakın şimdi bi kuaför ortamı betimlicem, hanginiz böyle bir ortamda bulunmadınız bi düşünün tamam mı?
Bir apartmanın giriş katına konuşlanırlar genelde kuaförler. İçeri girersiniz, sizi sürekli çalışan saç kurutma makinelerinin insana beyin amcıklaması yaşatan uğultusu karşılar. Daha nooluyorum demeden saç spreyinin o adi kokusu ciğerlere dolar. İçerde kuaförümüz, bir adet kalfa, bir adet çırak, ve ortalama 2 yahut 3 adet müşteri vardır. Kuaför büyük bir ciddiyetle işini yapmaktadır. Kalfa, kalfa olmanın verdiği ağırlıkla sanki her an ordan ayrılıp kendine dükkan açabilirmiş gibi bir surat ifadesiyle ortalarda dolaşır. Çıraksa, -çırak niyeyse hep erkek olur bu arada, kalfalığa geçince nasıl kadın haline dönüşüyolar hiç bir fikrim yok- uzay mekiğini andıran, böyle geri geri jölelenmiş saçları, sarı veyahut pembe kapşonlu Abercrombie sweatshirtü ve sarı botunun içine tıktığı paçalarıyla biraz da çıraklığın verdiği hovardalıkla gezinir ortalıkta. Kuaförün duvarları dünya üzerinde hiç bir kadının sahip olamayacağı kadar sağlıklı ve muhteşem fotoşoplara -pardon saçlara- sahip olan kadın afişleriyle doludur. "Ay evet evet işte tam böle istiyoruuum saçımıı" filan demenize yarar. Ama tabi mümkün değil, azıcık bile benzemez o saça ve modele sonuç.
Pek kuaför meraklısı bir insan olmamama rağmen bu konuda söyleyecek baya lafım varmış, ben de şaşırdım açıkçası. Dediğim gibi kadın kuaförleri egoların havada çarpıştığı yerlerdir ve hepsinden nefret ederim, erkek kuaförleri daha samimi sanki. Onlar hakkında tek bildiğim Brad Pitt'in şu gepgenç ve çipçirkin olduğu resmini camlarına asmakta inanılmaz ısrarcı oldukları. Yani hepsinde tam olarak bu olmasa da adamcaazın bu yaş civarındaki resimlerinden herhangi biri. Geri kalan bütün fotoğraflarını (mesela şunu*) kıskandıkları için böyle bir şey yaptıklarını düşünüyorum, bilmiyorum..
17 Şubat 2010
01 Şubat 2010
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)