30 Nisan 2015

S.A

Long time no see ha sevgililerim... Dört sene olmuş yazmayalı. Bu süre içinde, kendimi önce görsel blog'a verdim (tumblr'ıma yani), sonra 140 karakter batağına düştüm, sonra hepsinden elimi eteğimi çekip günlüğüme önem vermeye başladım, şimdi tekrar burdayım. Sanırım Sibel Can ya da Acun döngüsü falan gibi bi şeyin içindeyim. Hepsine aynı anda ilgi göstermeye ilgim yetmiyor. Zaten bilen bilir, genel olarak hayata karşı ilgisiz bir insanım. Gene iyi bile ilgilendim yani buralarla.

Bir süre önce, bu blogu tutarken takip ettiğim birkaç blogger'ın hâlâ yazmaya devam ettiğini, benim de eskisi gibi uzun yazı okumaya hevesli olduğumu fark ettim. Keşke ben de tekrar yazsam deyip duruyordum ama kılımı kıpırdatmıyodum tabii ki. Geçenlerde kendime ismimsoyismim.com'lu adres alıp yazılarımı, röportajlarımı falan bir araya topladım. Sonra kızlara linkini gönderdim, benden başkaları da girmiş olsun siteye diye. Onlar önce buraya yeni yazı girdiğimi sanıp heyecanlandılar. Ben de onların bu heyecanından heyecanlandım sanırım. Bütün bunlar birleşti ve sonuç olarak kendimi yine burada buldum. Eski yazıları okudum, bazılarına çok güldüm, bazılarından utandım, bazılarından daha çok utandım ve yayından kaldırdım. İnsanın sadece bikaç sene önce yazdıklarından ölesiye tiksinmesi ne garip. Size de oluyo di mi? Oluyodur inş.

Tekrar konuya dönüyorum. Aradan geçen yıllar içinde epey bi şeyler değişti. Mesela yaşım. 28 oldum. Evde vakit geçirmeyi sever oldum. Tek başıma vakit geçirmeyi öğrendim, çok da hoşuma gitti hatta. Saçlarımın kendi rengini sever oldum. Kırmızıya, mora falan boyamanın ne manası varmış acaba?

Balıklarım öldü. Birini klozete attım, birini Cihangir Parkı'na gömdüm. Ama hangisi hangisiydi tam hatırlayamıyorum şu an. Sanırım şehrin kanalizasyonundan geçerken birtakım canlılara yem olan Şapşi, parkta dolanan kedilerin birinin midesine inen de Sabri idi.

Sonra kaşçımız Ayşe abla Gana'ya taşındı. Ben Adana'ya taşındı sandım uzun bi süre. Sonra öğrendim ki Gana'ymış. Orda kuaför dükkanı açmış, batmış, geri gelmiş falan. Ama o arada ben ikametimi Taksim civarlarından Beşiktaş'a aldırdığım için bi daha hiç görmedim kendisini.

Kazancı Yokuşu'ndaki efso evimizden yıkım kararı çıktığı için taşındık. Bir sene filan Boğazkesen'de oturduk Erdem'le ama hiç tat almadık açıkçası. Sonra allahtan saçma evsahibimiz evi satıp Fethiye'de koy almaya karar verdi de çıktık ordan. Ben köy alacak sandım uzun bi süre. Sonra öğrendim ki koymuş.

Beşiktaş'taki nonnüş evimize taşındık Erdem'le. Burda keyfimiz yerinde şimdi.

İşler güçler de değişti tabii bu süre içinde. Radikal, internet gazetesi oldu. Sonra kısa kısa gazete, işsizlik, pr ajansı, yayınevi maceraları. Şimdi Penguen.

Uzunca bir elma serüveninden sonra şimdi Erman.

Tülin evlendi, nikahında ona şahitlik ettim. Sonra Çağan doğdu. Nurla Küçükyalı'da, Çağla Şişli'de, Dilara Londra'da, Orbay Viyana'da, Ozan Bostancı'da, Hasanpaşaboyz artık Erkan ve Ozan değil; Erkan ve Erdem. Çağatay ve Yonca evleniyor. Sinem tiroidini aldırdı. Banu ev aldı. Volkan hâlâ havuza gidiyor. Ben yogayı bıraktım.

Ama spora başladık Erman'la. Kendime bir hafta filan vermiştim ama gayet beş aydır bilfiil gidiyorum valla. Hoşuma gitti güçlendiğimi ve tabii sırt ağrımın yok olduğunu görmek. Ama şöyle bi şey oldu: İlk günkü ölçümden iki ay sonraki ikinci ölçümde yağ oranımın artıp kas oranımın azaldığı ortaya çıktı. Böyle mantıksız şeyler hep benim başıma gelir zaten. Bi motivasyonum kırıldı ama sonra kendi kendine geri geldi. Baya bi göbeğim olduğu ve yaz da son hız yaklaşıyor olduğu için olabilir. Feminik okumalar yapıp duruyorum ama hâlâ yazın göbeğim olmasın istiyorum. Kimseye fitlik borcum yok allaaşükür halbuki değil mi? Ama o işler öyle olmuyor işte. Ya da oluyor da ben yapamıyorum. Bilmiyorum. Allah fitlerin belasını versine doğru gidiyorum şu an. Konuyu değiştireyim.

Artık papatyaları değil de nergisleri, frezyaları falan sever oldum. Hatta severim dediğim bi ton şeyi sevmez, sevmem dediklerime bayılır oldum. Ayarım yok çok şükür.

Dizi namına en son Friends'ten, Lost'tan filan bahsetmişim blogda. Onlardan sonra olaylar çok gelişti tabii. Girls, Sherlock, Black Mirror, Fargo, True Detective, Breaking Bad, Game of Thrones falan izledik. Hepsi de brilliant yapımlar. Emeği geçenlerin emek veren yerleri dert görmesin.

Sonra Peyote'ye de pek gitmiyoruz artık. Az gidiyoruz. Çok az ama. Hiç denecek kadar az. Hatta hiç. Gidiyo muyuz gitmiyo muyuz ben de anlamamışım heralde ki anlatamadım. Gitmiyoruz sanırım. Ayh tamam. Zeplin'e, Ayı'ya filan gidiyoruz Kadıköy'e. Taksim'den midemiz bulanıyor artık. Ama hâlâ bi gün -literally- çılgın gibi eğlenmek istersek gideceğimiz yer Taksim olur. Kışları evde oturuyoruz, yazları Kaş'a gidiyoruz. Yazları dediğim yaz mevsiminin bir haftası.

Aa Gezi Parkı direnişini nası unuturum! Herhalde bu şehirde geçirdiğimiz en iyi yazdı. Çok mutluyduk, yaşam doluyduk. Yaşam dolu olan bazılarımızın yaşamı sona erdi o günlerde. Sonra yavaş yavaş ateşimiz söndü, sonra işte "Aa Gezi Parkı direnişini nası unuturum"a kadar geldik.

Ne zaman oldu bilmiyorum, bir anda Trileçe diye bi tatlı peydah oldu ve her pastanede o satılıyor bi süredir. Ama biz fıstıklı dürümden (a.k.a yeşil) hiç vazgeçmedik. Özellikle de kışın. Yazlarıysa Cihangir merdivenlerde yenen Yaşar Usta Dondurması. Bi de Kaş meydandaki mavi renkli şirinler dondurması. DejaVu'da longisland içip kampa dönmeden hemen önce. Sürekli Kaş'tan bahsetmek istiyorum. Anlıyosunuz heralde?

Ha bi de kadın taksicinin taksisine bindik bi kere. Hep anahaberde görüyoduk, gerçekten varmış öle bi şey.

Şimdi şöyle bir bakıyorum da pek de bi gelişme olmamış gibi. Olmuş da, hep tırt tırt gelişmeler. Neyse malzeme bu sonuç olarak. Okursanız aradaki açığı kapatabiliriz bi nebze de olsa. Bundan sonra da yazmaya devam edersem her şey planlandığı gibi gitmiş olur. Acaba edicek miyim? Ay vallahi ben de hiç bilmiyorum şu an. Ederim inş.