08 Mayıs 2009

A day in the life of Elüf

Dün uzun zamandan sonra iddaalı bir yaşlı esir alması durumu yaşadım. Genelde Samsuna giderkenki otobüs yolculuklarımda yanıma yaşlı teyzeler filan düşünce başıma gelirdi ama bu seferki 82 yaşında bir amcaydı ve cidden esir alma oscarlarına oynayabilecek kadar başarılıydı..

Hikayeyi baştan anlatayım, dün iş bankasına gittim, extrelerim eve her ay bir zarfta ve üstelik de içinde asla kullanmayacağım milyon tane indirim haberini içeren kağıtlarla dolu olarak gelmesin, ağaçlar ormanlar ölmesin şeker de yiyebilsinler dedim. E-extre gelsin artık mailime dedim fakat İşbankasının Sinan beyi benden bunun için ikametgah istedi!! "Ama niye kiii?" diyerek olayı kendimce sorguladım o anda, Sinan Bey de cevaben banka prosedürlerinden filan bahsetti. Peki dedim tamam gideyim muhtara alıp getireyim size.

Gittim muhtar Çiğdem ablanın yanına, kadın bi baktı ki benim ikametgah kayıp, yok kayıtlarda Elif Ekinci diye biri!! Samsunu aradım Kazancıda görünüyorum, Çiğdeme soruyorum yok! Aynen nüfus müdürlüğüne koştum, kayıtlı olduğuma dair gerekli kayıtları ve kağıtları aldım Çiğdemciğme getirdim, o da beni kayıt etti. Sonra ikametgahımı alıp doğruca İşbankasına gittim evet artık ağaçlar ölmeyebilir dedim ama bunu yaparken dikkat ettiyseniz bir kamyon kağıt döndü bürokratik çarkta..

Neyse asıl olayıma döneyim, tüm bu koşuşturmadan sonra Kabataş iskelesinin önünde bir bankta oturdum Çağlayı bekliyorum bir taraftan da kitap okuyorum (malumunuz entelektüel olmak kolay değil), bir amca sinsi sinsi yaklaştı bastonuyla yanıma oturdu. O anda o kritik eşiği aştım ve kafamı kaldırıp yüzüne bakıp gülümsedim. İşte o andan başlayarak tam yarım saat sürecek olan Ali Cömertoğlu monoloğunun içersindeydim.

Ali beyamca 82 yaşında olup emekli bir deniz subayıymış, aslen Trabzonlu imiş fakat Giresunda doğup büyümüş. Annesi vefat edince üvey annesiyle kalırken tam 3 yıl para biriktirmiş ve 250bin lirası olduğu gün İstanbula kaçmış. Burada yengemizle nişanlanmış. Nişanlıyken yengeyi bir kere yanağından öptü diye hatun bunla 1 ay konuşmamış! Yenge de göçmenmiş bu arada, işte gavur kanı varmış ne de olsa!! falan filan..Bir de yanında çantası var, sürekli anlatıyo, anatırken bir taraftan da o çantadan o an anlattığı olaya ilişkin eski fotoğrafları çıkarıp gösteriyo!! Belgelerle konuşuyor adam!

Konuşmanın bir yerinde (sanırım evlendiklerinde karısının 17 yaşında olduğundan bahsederken) "Ben 17 yaşında kızım olsa Allaha bile vermem" dedi ki o andan sonrasını gülmekten duyamadım!!

Daha sonra bir ara nereli olduğumu sordu, Samsunluyum dedim ki bu benim buraya kadarki süreç içinde ağzımdan çıkan tek kelime idi! "İyi iyi" dedi "Ne demişler Karadenizden kız al, Karadenize kız verme!" Senin şimdi arkadaşın da vardır o nereli söyle bakıym dedi, "Ordulu dedim". "I ıh yaramaz, bas Orduluya tekmeyi" dedi -(Serfat kendini dünya vatandaşı olarak tanımlıyosun biliyorum ama o an bunu o amcaya gerçekten anlatamazdım!)

Böyle işte sevgili izleklerim, zararsızca ne okuduğumu sorarak başlamıştı diyalog (Elif Şafak'ın Araf'ını okuyordum hani şu kapağının üzerinde çikolata resimleri olan "Hatta Ali amca da "Ne okuyosun yemek kitabı mı?" dedi ahahahah) ama uzadıkça uzayıp "Orduluya bas tekmeyi"ye kadar geldi. Ah amca ne tekmesi ne basması şunun şurasında 1 week 1 day kalmış, ona tekmeyi basim de seni mi aliym dicektim de, yanımda kalp krizi filan geçirir diye korkup demedim..

"Ve biterken; Jefferson Airplane - Leaving on a jetplane çalıyordu" gibi de bi kalıp vardı. Penguende biri yazardı sanki. Tam hatırlayamadım ama şimdi. Hatırlayan varsa geri beslesin gençler..

Hiç yorum yok: