Bu ara günler oldukça fantastik geçiyor. Gazetedeki bilgisayarım her ne kadar tüm enerjimi emse de hafta içi !f partilerinden veyahut konserlerden geri kalmıyorum. İyi de oluyor. Beklenen atağı yapamasam da kanatlardan bastırıyorum. Mutlu günler göreceğime inanıyorum. Hadi bakalım...
Haftaya Ezel'i yeni kanalı atv'de izleyerek başladım. Turuncu turuncu böle. Bi acayip. Tık piliz.
Ertesi gün dünyada çok güzel dudaklı insanlar olduğunu fark ettim. Bir kere daha. Ama hala ayrık diş ve ince dudak sorunsalımı Madonna'nınkileri aklıma getirerek savuşturabiliyorum. Sorun iyi bir noktada bence. Madonna'nın dünya starı olduğunu benimse sadece kendi odamın starı olduğumu farkedene kadar genelde başka bir şey düşünmeye başlıyorum. O yüzden fazla derin bir etki bırakmıyor bende. Şimdilik.
Salı günü !f İstanbul'un basın davetinde boy gösterdikten sonra bir kez daha gazeteciliğin doğru meslek olduğuna karar verdim.
Çarşamba günü taze grup 'Kaçak'la röportaj günüydü. Thales'te buluşup söyleştik kendileriyle. 1 saatlik acayip eğlenceli bir söyleşi oldu. Ali ve Övünç sayesinde tabii. 'Ses kayıt cihazının kayıt etmeme ihtimali' paranoyam dışında gayet iyiydi yani. Eve koşup kayıt cihazını deşifre edip okuduğumda, röportaj adeta "beni yazı haline çeviiir, soru cevap yayımlamaa" diye bağırdığı için yazıya dönüştürdüm. Bugünlerde Radikal'in kültür sanat sayfalarında okunabilecek. Okunabildiği zaman kesinleştiğinde de bu blogda linki verilebilecek. -Biraz sabır.
Röportaj sonrası Mask'taki konserlerini dinlemeye gittim. Adamlar sahnede cidden iyi. Özellikle Tarkan'dan 'Bu gece' coverları ve 'I like the way you move'u dönüştürdükleri şahane versiyon...Şubatta Bronx'da tekrardan dinlenmeliler.
Bunların dışında; bir hafta değerlendirmesi yapmaya kalkarsam şunu söyleyebilirim ki; bu hafta en sinir olduğum şey, Sütaşkı reklamı oldu. 'Negadada' kötü değil mi sizce de, bence öyle! Candan Erçetin'in tahammül edilemez bir sesi olduğunu düşünüyorum çoğu zaman.
Zaytung.com'un 'Bunun siyahının mediumu var mı?' anketinden sonra en çok güldüğüm şey neydi bilmiyorum. Muhtemelen sitedeki haberlerden herhangi biriydi. Ama en çok güldüğüm anket oldu.
Bu arada bu postta bir konu bütünlüğü olamadı. Deli kızın çeyizi tadında oldu biraz. Olsun varsın.
Son olarak, "Radikal'in hiç tv izlemeyen tv sayfası editörü olmanın verdiği ironik tat hiçbir şeyde yok. Onu da söyleyeyim." diyor ve burayı terk ediyorum. Bay. demeden önce "Şuraya bir şarkı koyayım da, havamızı bulalım" diyorum. Şimdi bay.
Nedendir bilmem;
Bush - The Chemicals Between Us
30 Ocak 2010
18 Ocak 2010
17 Ocak 2010
Çat!
Süpürge fişi çıkması! Erkekler, bu olay kaçınıza anlamlı bişeyler çağrıştırdı bilmiyorum. Ama daha önce en az bir kez ev süpüren herhangi bir kadınsanız şu an tüyleriniz diken diken oldu. Buna eminim. Elektrikli süpürgenin o hayattan soğutan uğultulu sesi eşliğinde ev süpürürken, ve bu eylemi devam ettirmek için en ufak bir motivasyona bile sahip değilken karşılaşılan o menem olay! Süpürge fişi çıkması - Beni çok sinirlendiriyorsun ve senden gerçekten nefret ediyorum!
Hafta içi her sabah erkenden ve ağlamaklı uyanmaktan, servisi yakalamak için meydana tırmanmaktan ve gün boyu bilgisayar başında oturmaktan, buna bağlı olarak baş ağrısı çekmekten bitap düşmüş bünye yani ben, cumartesi günü öğlene kadar uyuyup uykuya doydum. Evden çıkmak istiyordum fakat Balkanlardan gelen soğuk hava dalgası tüm yurdu işgal ettiğinden dışarıya çıkılacak gibi değildi. 2010 yılına girmemize rağmen hala bazı teknik sorunlar yaşayan internetimiz ise olayın tuzu biberi oldu. Evin içinde sıkıntıdan patlamak üzereydim ve kendime bir meşgale arıyordum. Temizlik yapmaktan hoşlanmayan bir kadın olarak aklıma ilk önce bulaşık yıkamak geldi. Mutfağa gidip musluğun üstündeki tek tük bulaşığı püripak ettikten sonra gözümü yeni bir şeylere dikmiştim. Bir şeyler yapmalı, bir şeylerle oyalanmalıydım. Film izlemek ya da kitap okumak istemiyordum zira bütün hafta kültür ve sanata gerçekten doymuştum. Zaten adeta bir asimetri hastasınınki kadar çekili ve düzenli odama biraz daha çeki düzen vermeye çalıştıktan sonra artık o son çareye başvuracaktım. Kaçış yoktu. Ev süpürmek!
Zor olucaktı, biliyordum ama başka çarem yoktu. O gıcık uğultulu ses ve beli s.kerten o duruş! Dünyanın en bedbaht kombini! Yani, anlayamıyorum; kim o uğultu eşliğinde, yere 45 derece eğik bir açıyla durarak elindeki zımbırtıyı ileri geri ittirmek ister ki? Bunu severek yaptığını söyleyen hiç bir kadına inanmıyorum! Ayrıca o kadınların söyledikleri diğer hiç bir cümleyi de kâle almıyorum çünkü açıkçası aklından birazcık zorunun olduğunu düşünüyorum. (Aklından zoru olmak? Bazı deyimlerimiz cidden üzerine kafa yormayı gerektiyo.)
Neyse, nerde kalmıştım? Ev süpürmek... Makineyi alıp, kablosunu sabrımın yettiği kadar çektikten ve en yakın prize taktıktan sonra başladım süpürmeye. Çevre odaları süpürdükten sonra uzunumsu koridorumuzu geçip salona ulaştım. Her şey olabildiğince iyi gidiyordu, hatta neredeyse alışmıştım bu süpürme işine, derken; çat! Gerim gerim gerilen priz daha fazla uzayamayacağını anlayıp yerinden çıktı ve makinenin sesi aniden kesildi.
Bu olay ikea'nın 38m2'lik evlerinden birinde yaşamıyorsanız mutlaka sizin de başınıza geliyordur. Ne sıklıkta bu durumla karşılaşıyorsunuz bilmiyorum ama ben her seferinde yaşıyorum bunu!! Ve hala her seferinde tam makinenin sesinin kesildiği o an beynim resetleniyo sanki, mal oluyorum bi an için. 'Nooluyo lan!' diyorum. 'Hee' diyorum sonra. Tabii bunlar bir nanosaniye içinde filan oluyo. Saniyeler süren bir monolog yaşamıyorum kendimle, o kadar da aklımı kaybetmedim henüz.
Böyle işte. Aslında sadece fiş çıkınca yaşanan o bir anlık sinir harbinden bahsetmek istemiştim ama baya uzamış yazı.
Başka konu başlıkları da vardı hatta ama şu an hiç biri aklımda değil inanın. Başka baharlara artık. Aslında bazen aklımı biraz kaybetmiş olabilirim diye düşünüyorum.
Hafta içi her sabah erkenden ve ağlamaklı uyanmaktan, servisi yakalamak için meydana tırmanmaktan ve gün boyu bilgisayar başında oturmaktan, buna bağlı olarak baş ağrısı çekmekten bitap düşmüş bünye yani ben, cumartesi günü öğlene kadar uyuyup uykuya doydum. Evden çıkmak istiyordum fakat Balkanlardan gelen soğuk hava dalgası tüm yurdu işgal ettiğinden dışarıya çıkılacak gibi değildi. 2010 yılına girmemize rağmen hala bazı teknik sorunlar yaşayan internetimiz ise olayın tuzu biberi oldu. Evin içinde sıkıntıdan patlamak üzereydim ve kendime bir meşgale arıyordum. Temizlik yapmaktan hoşlanmayan bir kadın olarak aklıma ilk önce bulaşık yıkamak geldi. Mutfağa gidip musluğun üstündeki tek tük bulaşığı püripak ettikten sonra gözümü yeni bir şeylere dikmiştim. Bir şeyler yapmalı, bir şeylerle oyalanmalıydım. Film izlemek ya da kitap okumak istemiyordum zira bütün hafta kültür ve sanata gerçekten doymuştum. Zaten adeta bir asimetri hastasınınki kadar çekili ve düzenli odama biraz daha çeki düzen vermeye çalıştıktan sonra artık o son çareye başvuracaktım. Kaçış yoktu. Ev süpürmek!
Zor olucaktı, biliyordum ama başka çarem yoktu. O gıcık uğultulu ses ve beli s.kerten o duruş! Dünyanın en bedbaht kombini! Yani, anlayamıyorum; kim o uğultu eşliğinde, yere 45 derece eğik bir açıyla durarak elindeki zımbırtıyı ileri geri ittirmek ister ki? Bunu severek yaptığını söyleyen hiç bir kadına inanmıyorum! Ayrıca o kadınların söyledikleri diğer hiç bir cümleyi de kâle almıyorum çünkü açıkçası aklından birazcık zorunun olduğunu düşünüyorum. (Aklından zoru olmak? Bazı deyimlerimiz cidden üzerine kafa yormayı gerektiyo.)
Neyse, nerde kalmıştım? Ev süpürmek... Makineyi alıp, kablosunu sabrımın yettiği kadar çektikten ve en yakın prize taktıktan sonra başladım süpürmeye. Çevre odaları süpürdükten sonra uzunumsu koridorumuzu geçip salona ulaştım. Her şey olabildiğince iyi gidiyordu, hatta neredeyse alışmıştım bu süpürme işine, derken; çat! Gerim gerim gerilen priz daha fazla uzayamayacağını anlayıp yerinden çıktı ve makinenin sesi aniden kesildi.
Bu olay ikea'nın 38m2'lik evlerinden birinde yaşamıyorsanız mutlaka sizin de başınıza geliyordur. Ne sıklıkta bu durumla karşılaşıyorsunuz bilmiyorum ama ben her seferinde yaşıyorum bunu!! Ve hala her seferinde tam makinenin sesinin kesildiği o an beynim resetleniyo sanki, mal oluyorum bi an için. 'Nooluyo lan!' diyorum. 'Hee' diyorum sonra. Tabii bunlar bir nanosaniye içinde filan oluyo. Saniyeler süren bir monolog yaşamıyorum kendimle, o kadar da aklımı kaybetmedim henüz.
Böyle işte. Aslında sadece fiş çıkınca yaşanan o bir anlık sinir harbinden bahsetmek istemiştim ama baya uzamış yazı.
Başka konu başlıkları da vardı hatta ama şu an hiç biri aklımda değil inanın. Başka baharlara artık. Aslında bazen aklımı biraz kaybetmiş olabilirim diye düşünüyorum.
05 Ocak 2010
Kürk Mantolu Madonna
"...halbuki şimdi her şey değişmişti. Bu kadının resmini gördüğüm andan beri geçen hafta içinde, ömrümün bütün senelerinden daha çok yaşadığımı hissediyordum. Her günüm, her saatim, uyuduğum zamanlar bile dopdoluydu. Bana sadece yorgunluk veren uzuvlarım değil, ruhumun da yaşamaya başladığını, içimde, haberim olmadan bekleşen üstü örtülü derin tarafların da birdenbire meydana çıkarak bana fevkalade cazip, kıymetli manzaralar arz ettiklerini görüyordum. Maria puder bana bir ruhun bulunduğunu öğretmişti ve ben de onun, şimdiye kadar rastladığım insanlar arasında ilk defa olarak, bir ruhu bulunduğunu tespit ediyordum. Muhakkak ki bütün insanların birer ruhu vardı, ama birçoğu bunun farkında değildi ve gene farkında olmadan geldikleri yere gideceklerdi. bir ruh, ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden meydana çıkıyordu. Biz ancak o zaman sahiden yaşamaya - ruhumuzla yaşamaya başlıyorduk. O zaman bütün tereddütle, hicaplar bir tarafa bırakılıyor, ruhlar birbiriyle kucaklaşmak için, her şeyi çiğneyerek, birbirine koşuyordu..."
04 Ocak 2010
Uzun İhsan Efendi
"Yeniçeriler kapıyı zorlarken uzun ihsan efendi hala malum konuyu düşünüyor, fakat işin içinden bir türlü çıkamıyordu.
'Rendekar doğru mu söylüyor? düşünüyorum, öylese varım. Oldukça makul, fakat bundan tam tersi bir sonuç, varolmadığım, bir düş olduğum sonucu da çıkar: düşünen bir adamı düşünüyorum. Düşündüğümü bildiğim için, ben varım. Düşündüğünü bildiğim için, düşlediğim bu adamın da varolduğunu biliyorum. Böylece o da benim kadar gerçek oluyor. Bundan sonrası çok daha hüzünlü bir sonuca varıyor.
Düşündüğünü düşündüğüm bu adamın beni düşlediğini düşlüyorum. Öylese gerçek olan biri beni düşlüyor. O gerçek, ben ise bir düş oluyorum.'
Kapı kırıldığında uzun ihsan efendi kitabı kapattı. Az sonra başına geleceklere aldırmadan kafasından şunları geçirdi: 'Dünya bir düştür. Evet, dünya..ah! Evet, dünya bir masaldır.'"
'Rendekar doğru mu söylüyor? düşünüyorum, öylese varım. Oldukça makul, fakat bundan tam tersi bir sonuç, varolmadığım, bir düş olduğum sonucu da çıkar: düşünen bir adamı düşünüyorum. Düşündüğümü bildiğim için, ben varım. Düşündüğünü bildiğim için, düşlediğim bu adamın da varolduğunu biliyorum. Böylece o da benim kadar gerçek oluyor. Bundan sonrası çok daha hüzünlü bir sonuca varıyor.
Düşündüğünü düşündüğüm bu adamın beni düşlediğini düşlüyorum. Öylese gerçek olan biri beni düşlüyor. O gerçek, ben ise bir düş oluyorum.'
Kapı kırıldığında uzun ihsan efendi kitabı kapattı. Az sonra başına geleceklere aldırmadan kafasından şunları geçirdi: 'Dünya bir düştür. Evet, dünya..ah! Evet, dünya bir masaldır.'"
03 Ocak 2010
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)