30 Kasım 2010
29 Kasım 2010
Bir gün bayiide Radikal bulamazsanız bunun tek sorumlusu çekirdektir
Gazeteye her gün kargoyla kolilerce posta geliyor. Bilyonlarca açılış davetiyesi, cd'ler, kitaplar, dergiler vs. Ormanlarca kağıt. Bazen de yeni çıkan ürünleri deneyelim diye, birer promosyon. Ama bazen!
En sancılı posta saatiyse akşamüstü gelen posta. Ofisboyumuz Fatih, "yurtiçi kargo poşetleri dağı"nı getirip bir köşeye boşaltıyor, sonra da zarfları sahiplerine veyahut sahibelerine dağıtıyor. Sabah ve öğlen gelen postaları dağıttığı sırada Fatih hiç dikkat çekmezken akşam olduğunda yolu dört gözle beklenir oluyor. Gelince krallar gibi karşılanıyor, ortamda resmen bir bayram havası! Getirdiği dağın içinde kimbilir kaç yıllarca uğraşılıp yazılmış kitaplar, emek edip çıkarılmış albümler, kimbilir hangi upper-entelektüel davetlere davetiyeler var. Ama akşam seansında Fatih'in muhatap olduğu tek soru var: "Fatih, yicek bişey var mı orda yeaa?" Hatta daha ileri gidip spesifik isteklerde bulunanlar da oluyor, misal: "Fatih! Çekirdek yok mu çekirdek?". İşte bu Radikal'in sonunu getirecek soru...
Benim de coşkuyla katıldığım bu süreçte son günlerde dikkatimi bir şey çekti: Her nasılsa, her seferinde o kargo paketlerinin içinden bir çekirdek paketi çıkıyor! Türkiye'de çekirdek endüstrisine dair detaylı bir bilgim yok ama bu kadar gelişkin olmadığını da biliyorum. Her gün yeni bir çekirdek markası piyasaya çıkmıyor ya da yeni bir çekirdek modeli, türü de üretilmiyor. Az tuzlusu, çok tuzlusu, tombiği var, yetiyor zaten. Her neyse, serviste 20 kişiye yakınız. Tam sayfaların geçilmesi gereken saatte, biri, Fatih olduğundan şüpheleniyorum ben, ortaya birkaç tane çekirdek paketi salıyor. Birdenbire bir "çitt" sesi hasıl oluyor. Çekirdeği gören başına üşüşüyor ve zaten uğultulu olan ortam bir de çekirdek çitleme sesleriyle efsane bir ses düzeyine ulaşıyor. Bu esnada, çekirdeğe saplanıp, işini yapamayan, yetiştiremeyen insanların dramları yüzlerinden okunuyor ama kimse kendini durduramıyor. Elektrik akımı gibi bir şey olduğundan kimse eşine dostuna yardımcı da olamıyor. Her güne, "bakın, bugün sayfaları geçtikten sonra yiyelim çekirdekleri, tamam mı, çok el alıyor yaa!" diye başlayan Radikal ekibi, akşam olup da hava kararanda yine çekirdeğin kollarına esir düşüyor.
Benim bu konuda pek kimseyle paylaşmadığım (sadece umuma açık bloguma yazıyorum işte), bir teorim var. Bence Fatih, Radikal ekibinin başarılı olmasını istemeyen bazı gizli güçlerin ajanı. Ve tam, sayfa geçme saatinde ortaya dünyanın en sapık yiyeceği olan ve yıllar önce bu amaçla Avrupa'da bir laboratuvarda CIA'e bağlı bilimadamları tarafından üretilen bir yiyecek olduğunu düşündüğüm çekirdeği atıp bıyık altından gülerek uzaklaşıyor. Biliyorum, siz şimdi bana gülüyorsunuz, "gafayı yemiş amk, Erol Büyükburç'a bağlamış" diyorsunuz içinizden, ama bakın, demedi demeyin. Ajan o çocuk, ajaaan! Zaten birkaç kez denk geldim, kargo paketlerini bırakıp kattan ayrılırken kendi kendine, ya da belki üzerine yapışık çipli bir mikrofona, bilmiyorum, bir şeyler mırıldanıyordu.
Şimdilik konuyla ilgili söyleyeceklerim bunlar, olayın belgeleri önümüzdeki günlerde Wikileaks tarafından açıklanacak. Beklemede kalın..
En sancılı posta saatiyse akşamüstü gelen posta. Ofisboyumuz Fatih, "yurtiçi kargo poşetleri dağı"nı getirip bir köşeye boşaltıyor, sonra da zarfları sahiplerine veyahut sahibelerine dağıtıyor. Sabah ve öğlen gelen postaları dağıttığı sırada Fatih hiç dikkat çekmezken akşam olduğunda yolu dört gözle beklenir oluyor. Gelince krallar gibi karşılanıyor, ortamda resmen bir bayram havası! Getirdiği dağın içinde kimbilir kaç yıllarca uğraşılıp yazılmış kitaplar, emek edip çıkarılmış albümler, kimbilir hangi upper-entelektüel davetlere davetiyeler var. Ama akşam seansında Fatih'in muhatap olduğu tek soru var: "Fatih, yicek bişey var mı orda yeaa?" Hatta daha ileri gidip spesifik isteklerde bulunanlar da oluyor, misal: "Fatih! Çekirdek yok mu çekirdek?". İşte bu Radikal'in sonunu getirecek soru...
Benim de coşkuyla katıldığım bu süreçte son günlerde dikkatimi bir şey çekti: Her nasılsa, her seferinde o kargo paketlerinin içinden bir çekirdek paketi çıkıyor! Türkiye'de çekirdek endüstrisine dair detaylı bir bilgim yok ama bu kadar gelişkin olmadığını da biliyorum. Her gün yeni bir çekirdek markası piyasaya çıkmıyor ya da yeni bir çekirdek modeli, türü de üretilmiyor. Az tuzlusu, çok tuzlusu, tombiği var, yetiyor zaten. Her neyse, serviste 20 kişiye yakınız. Tam sayfaların geçilmesi gereken saatte, biri, Fatih olduğundan şüpheleniyorum ben, ortaya birkaç tane çekirdek paketi salıyor. Birdenbire bir "çitt" sesi hasıl oluyor. Çekirdeği gören başına üşüşüyor ve zaten uğultulu olan ortam bir de çekirdek çitleme sesleriyle efsane bir ses düzeyine ulaşıyor. Bu esnada, çekirdeğe saplanıp, işini yapamayan, yetiştiremeyen insanların dramları yüzlerinden okunuyor ama kimse kendini durduramıyor. Elektrik akımı gibi bir şey olduğundan kimse eşine dostuna yardımcı da olamıyor. Her güne, "bakın, bugün sayfaları geçtikten sonra yiyelim çekirdekleri, tamam mı, çok el alıyor yaa!" diye başlayan Radikal ekibi, akşam olup da hava kararanda yine çekirdeğin kollarına esir düşüyor.
Benim bu konuda pek kimseyle paylaşmadığım (sadece umuma açık bloguma yazıyorum işte), bir teorim var. Bence Fatih, Radikal ekibinin başarılı olmasını istemeyen bazı gizli güçlerin ajanı. Ve tam, sayfa geçme saatinde ortaya dünyanın en sapık yiyeceği olan ve yıllar önce bu amaçla Avrupa'da bir laboratuvarda CIA'e bağlı bilimadamları tarafından üretilen bir yiyecek olduğunu düşündüğüm çekirdeği atıp bıyık altından gülerek uzaklaşıyor. Biliyorum, siz şimdi bana gülüyorsunuz, "gafayı yemiş amk, Erol Büyükburç'a bağlamış" diyorsunuz içinizden, ama bakın, demedi demeyin. Ajan o çocuk, ajaaan! Zaten birkaç kez denk geldim, kargo paketlerini bırakıp kattan ayrılırken kendi kendine, ya da belki üzerine yapışık çipli bir mikrofona, bilmiyorum, bir şeyler mırıldanıyordu.
Şimdilik konuyla ilgili söyleyeceklerim bunlar, olayın belgeleri önümüzdeki günlerde Wikileaks tarafından açıklanacak. Beklemede kalın..
20 Kasım 2010
"Hayat, yolunu hep beklenmedik, hesapsız buluşmalar, talihli karşılaşmalar sayesinde bulur. O yüzden hiçbir hayat sıradan değildir. Uykusu kaçan yaşlı bir orospu bir gün otel odasından çıkar, karşı apartmanın aralık kalan sokak kapısını açar, altı kat merdiven tırmanıp hep karşı pencerede gördüğü genç adamın kapısını tıklatır. Hayat yolunu çizsin, kaderler birbirine karışsın, sorular cevaplansın, cevaplar kaybolsun diye bir orospunun uykusu kaçar ve öylesine, laf olsun diye, sadece konuşmak için, gerçekten öylesine, odasından çıkar."
Mine Söğüt - Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey
Mine Söğüt - Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey
19 Kasım 2010
Yapmayın kurban olayım
Küçükken ailenin aldığı kurbanlık hayvanlarla duygusal bağ filan kurmazdım. Yanlarına bile gitmezdim hatta. Hiç öle aman kuzucuğumu kestiler, yok efendime söliyim, kınalıya nası kıyarsınız caniler filan gibi triplerim olmadı. Çekirdek ailemizin, her sene bayramın ikinci gün kahvaltısında ciğer yeme ritüeline büyük bi mutlulukla eşlik ettim. Bi defasında bile kesilen hayvan aklıma gelmedi. Hayatım boyunca vejeteryan filan olmayı aklımdan bile geçirmedim.
Dolayısıyla, takdir edersiniz ki;
kurban bayramı gelince her taraftan fışkıran kurbanlıkla dost olan çocuk ve sonraki hayatında yaşadığı travmalar konulu hikayelerden nefret ediyorum!!
Arz ederim.
Dolayısıyla, takdir edersiniz ki;
kurban bayramı gelince her taraftan fışkıran kurbanlıkla dost olan çocuk ve sonraki hayatında yaşadığı travmalar konulu hikayelerden nefret ediyorum!!
Arz ederim.
13 Kasım 2010
Güdümlü Abdullah Gül terliği?
Peki Abdullah Gül'ün türban meselesi üzerine; “Bu türban konusundan bıktım artık açık söyleyeyim. Bırakın, herkesi serbest bırakın, herkes ne istiyorsa giysin!" demesi?
Adam Türkiye'nin annesi gibi. İsyanları oynuyor. Hatta ben açıklamanın devamında "Verem ettiniz beni be, vereem!" gibilerinden bir şey bekledim ki biraz daha konunun üstüne gidilirse, onu da duyabiliriz gibime geliyor.
Adam Türkiye'nin annesi gibi. İsyanları oynuyor. Hatta ben açıklamanın devamında "Verem ettiniz beni be, vereem!" gibilerinden bir şey bekledim ki biraz daha konunun üstüne gidilirse, onu da duyabiliriz gibime geliyor.
11 Kasım 2010
10 Kasım 2010
05 Kasım 2010
Hırkanın hayatımızdaki yeri ve önemi
"..hırkaları sorgulamamalıydı, biliyordu. Küçüklüğünden beri ne zaman dışarı çıksa bir hırka geçirmişlerdi üzerine. Her nedense, ev dışındaki dünya 'kuzey kutbu' gibi bir yerdi onlara göre. Dışarısı demek 'soğuk diyar' demekti ve oraya gitmeden önce hırkanı mutlaka yanına alman gerekirdi."
Elif Şafak - Baba ve Piç
Elif Şafak - Baba ve Piç
04 Kasım 2010
Dün gece yatmadan evvel, ortalıktaki en güzel kelimenin 'merhaba' olduğuna karar verdim. Merhaba çogoş bence. Hem böyle söylemesi güzel, ağza oturuyo hem de sürprizli filan bi kelime. Ne biliym. Bi konuşma başlıyo ama bilemiyosun merhabadan sonra ne geliceeni. Süper bişey de söyleyebilir karşıdaki, bi laf edip gününü sikertedebilir. Çogilginç yani bence merhaba.
Şu cümleleri de İclal Aydın tandansına kendimi kaptırmadan yazdım bitirdim ya, allahıma bin şükür. Çünkü merhabanın öyle de bir eğilimi var. Üzerine süper bayık makaleler filan da yazılabilitesi var yani. "Bir merhabayla başlar her şey.." filan gibi mesela. Ya da efendime söliyim, "Bir merhaba ne çok şey değiştirir bilir misiniz?" filan gibi. O açıdan pek hoş değil. Ama diğer açılardan bence merhaba okey.
Şu cümleleri de İclal Aydın tandansına kendimi kaptırmadan yazdım bitirdim ya, allahıma bin şükür. Çünkü merhabanın öyle de bir eğilimi var. Üzerine süper bayık makaleler filan da yazılabilitesi var yani. "Bir merhabayla başlar her şey.." filan gibi mesela. Ya da efendime söliyim, "Bir merhaba ne çok şey değiştirir bilir misiniz?" filan gibi. O açıdan pek hoş değil. Ama diğer açılardan bence merhaba okey.
02 Kasım 2010
Alper Kamu
“hayatımdaki tek iyi şey artık anaokuluna gitmek zorunda olmayışımdı. zarardan kâr. uzun süre annem ile babama anaokulunun bana göre bir yer olmadığını anlatmaya çalışmıştım aslında. bütün rasyonel dayanaklarıyla. hiç bir işe yaramamıştı maalesef. illa ki uykumda kan ter içinde tepinmek, servis minibüsü kapıya geldiğinde küçük çapta bir sinir krizi geçirmek gibi yöntemlere başvurmam gerekecekti derdimi anlamaları için. kepazelik. insanı kendinden utandırıyorlardı. babam ise şu ya da bu anaokuluna gitmemin bir şeyi değiştirmeyeceği gerçeğini anlamış görünüyordu. evde yalnız kalmamın herhangi bir problem yaratmayacağını anlamıştı. kimbilir belki içten içe anaokulu masrafından kurtulmak istiyordu. ama bunun için ona hiç gücenmiyordum. bir devlet memurunun eti ne budu ne? çocuklarına işkence etmek için maaşlarının yarısını isteyen o iğrenç sömürgenler utansın. bir de ona o maaşı layık görenler. sonunda babam tartışmayı noktalayan ve kurtuluşumu müjdeleyen kararını açıkladı: “ecdadını skerim ben anaokulunun!”
Alper Canıgüz - Oğullar ve Rencide Ruhlar
Alper Canıgüz - Oğullar ve Rencide Ruhlar
01 Kasım 2010
Mobil modem?
“Şu anda cep telefonu şirketlerimiz talebi karşılayamıyor. O yan tarafına takılan zımbırtıdan imal etmeye çalışıyorlar. Adı aklıma gelmedi, internete girmek için seyyar modem, vın-mın bir şey diyorlar.”
Binali Yıldırım - Ulaştırma Bakanı
(Ama internete de bakıyor aynı zamanda)
Binali Yıldırım - Ulaştırma Bakanı
(Ama internete de bakıyor aynı zamanda)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)